Ölüm yazılarına başlangıç yapmanın boğazımda yarattığı düğüm düğüm bir sıkıntı… Ölümün bol ve çoğunlukla küçük sebeplerden olduğu bir coğrafya da; fedai olmak, hem de varlığını devlete, yasalara, soylara armağan olarak anlamak bu kadar kutsanmışken, ölmenin-öldürmenin anlam(sızlığ)ı üzerine yazmak o kadar zor ki!
Zorluyor insan kendini. Yasaları, nutukları dinleme çabası içinde olmamak için. Ant içen ve senin bilmediğin bir zamanda, tamamen kendini korumak için sana dair düşüncelerle metinler yazan, ilkokuldan bu yana, her gün sabah söylediğin metinlerle senin beynini alaşağı eden bu ülkenin ölümlere bakış açısı o kadar soğuk ki…
Kış sabahlarında okul bahçesinde okunulan andımız sesleri gibi.
Tıpkı ölümün soğukluğu gibi.
Bu soğukluk her `şey`e yansıyor. Vatandaşlarına, yöneticilerine ve her biri farklı bir düşüncenin destekçisi olan medyanın manşetlerine.
Biz izliyoruz. Dahil olmayı unuttuğumuzdan bu yana, izlemek, kendimizden kaçmak gibi. En basiti. Sorunsuz olan ve bize dokunmayan bu. İşlevin önemini anlamak, `o`na dokunmamak altın kural. Hatta, kendi canımızı yakmadığı sürece yok saymak…
`O`nun tarafından yok sayılmak; sanırsınız ki hiç varolmamışız.
Yok etmeye o kadar odaklanmış ki bu coğrafya, varolmayı unutmak bunun doğal sonucu olsa gerek.
Hatta bunu meşrulaştırmak gerekir. Ulu bir mertebeye yükseltmek. Bunu kullanmak. Olgu`dan yola çıkarak saldırganlaşmak, susturmak… İnsan olma halini yasalarla, dinle, örf ve adetle alaşağı etmek için ortaya atılan her çaba -kendi arkasında barındırdığı düşünceden de bağımsız olarak- bu durumu öyle güzel yaratıyor ki…
Çocuklarımız okullarda susuyor. Kadınlarımız beton binaların arasına gömülü ölümü bekliyor. Beton binalar tabuttan sayılmıyor. Ben maaş çekim günleri arasına sıkışmış, hatta güzel bile olan işimin beni öldüreceği zamanı bekliyorum.
O hücresinde bekliyor. Soğuk, dar, mat renk duvarlara sahip hücresinde… Ömrü boyunca kapandı, kapatıldı. Önce teninden başladı, şimdi bedenini kapatıyorlar bir hücrenin arkasına.
Susuyor. Susarız.
Sakin sakin ölümümüzü bekliyoruz.
Sakin sakin öldürüleceği günü bekliyor Sakine.
`Öldürmeyin, öleceğiz nasılsa` demekle olmuyor. Öldürmeyin demek suç. Ölmeyi de, öldürmeyi de iyi bileceksin buralarda.
`Ölecek` diyorlar. Taşlar bedenine değecek. Acıyı hissedecek. Ortaçağ`dan kopup gelen taşlar, simalar, eller alacak canını.
Ölüm gelecek… Ölüm herkes için bir gün yeryüzüne inecek. Şimdi yasalarla ölüyoruz. Kazançların, kârın gölgesinde, daha kendimizin ne olduğunu bile anlamadan.
Var olmadan…
Herkes bir `şey` söyledi bunun için… Bir çoğunda siyasi bir hesaplaşma kokusu. İnsan için bir şey yok. İnsan öldürüldü. Hükümetler insanlığı öldürdü. Devletlerin söylediklerinden daha çok, yan yana gelmeyi becerebilen bireylerin söyledikleri çıkıyor öne insanlık için… Bir tepki, ama gerçekten düşünerek hücre arkasında kalan bir bedenin yalnızlığını.
Artık taşları geri çektiler… Ama ölecek. Ölmeli…
`Bırakın, burada yaşayabilir` diyenler de oldu. Zındık`la dans etmez mümin. Kendini, en büyük rakibinin, bir o kadar vahşi, insanlık dışı, barbarca yaptıklarıyla savundu. `Teresa`yı öldürdünüz, Sakine`ye af istiyorsunuz?` Öldüreceğiz… Ölecek…
Suskunluk var. Medya, öyle kilitlenmiş ki gündeme. Gücünü bu sirkülasyon veriyor. Vakit`siz bir ses çıkarıyor birkaç gazete. İnsanlığa dahil olduğunu unutanlar, `Öldürün` diyor sür manşetten. `Batı`nın insaniyetini sözde` ilan ediyor. Politik ve bağnaz bakış açısının çemberine bir kadın geçirilmiş. Zina bu. Recm yoksa, bedeni de yok olmalı diyor. Yazarlar, editörler, yani iletişim, medya etiği ve hukuk… Vakit işte, sadece bir gazete. Ölümün, öldürmenin kutsandığı, tıpkı bu ülkenin paradigmaları gibi. Ve pek sevgili(!) yöneticilerimiz bu ve türevi gazeteleri dikkatli dikkatli okuyorlar gibi…
İdam istiyor manşetler, insanlar. Taşlar yoksa yağlı urganı görmek için.
`İdamı kaldırın, hem de her yerde diyor bazı `insanlar`, insanlığa saygı için`. Sesleri cılız. Çok az duyuluyor. Rahatsızlık da vermiyor. Öldürmeyin insanları, hem de suçları ne olursa olsun, diyor insan olduğunu hatırlayan bazıları.
Öldürmeyin.
Ölüme sessiz kalmayın, diyor bir `öteki`!..
Mehmet Cabbar -EVRENSEL
Not: Bu hukuk haberi sitemize ait olmayıp, otomatik olarak sağlanan bu içerik için herhangi bir sorumluluk kabul etmemekteyiz. Bu nedenle habere ait Kaynak bağlantı adresi için : Haber Hukuk
İstanbul'daki avukat büroları arasında bulunan Pazarbaşı hukuk bürosu sadece Türkiye'deki yurttaşlarımız için değil yabancı ülkelerde…
Pazarbaşı Hukuk Bürosunun kurucusu olan Av.Mehmet Sait Pazarbaşı 1967 yılında İnan iş hanı, Kat.3, Daire:307…
Sağ Kalan Eşin Miras ve Mal Paylaşımı hakları ile Katılma alacağı hakkı: Medeni Kanun eşler…
İŞ HUKUKU DAVALARINDA ARABULUCULUK ZORUNLULUĞU İş Mahkemelerinin kuruluş, görev, yetki ve yargılama usulünü yeniden düzenleyen…
10 yıllık kiracının tahliyesi konusu 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile kira hukuku mevzuatına dahil…
Uygulamada Anonim şirket ortağına şirketin vergi borcuna dair ödeme emri gönderilmesi ve AŞ. ortağının kamu…